Balıkçılık yönetimi, stokların sürdürülebilir bir anlayışla kullanılmasını sağlamak amacıyla getirilmiş politikalar, stratejiler ve kurallar içeren bir bilim dalıdır.
Daha genel şekliyle yönetim bilimi, herhangi bir sorunun üstesinden gelerek daha iyiye ulaşmak anlamında insan ve doğayı ilgilendiren tüm alanlarda yaygın bir kullanım alanı bulmuştur. İyi bir yönetim için duyulan ihtiyacın temelinde yatan fikir, yönetilmeye çalışılan alanda kullanıcılar veya taraflar arasında bozulan dengenin akılcı yöntemlerle düzeltilmesi, kısa, orta ve uzun vadeli hangi hedeflere hangi yöntemlerle ulaşılabileceğinin belirlenmesi, uygulanması ve elde edilen belirli göstergeler çerçevesinde gelişmelerin izlenmesidir. Kamu yönetimi, şirket yönetimi, tarım ve orman yönetimi, şehircilik yönetimi, sağlık yönetimi, afet yönetimi gibi hemen hemen tüm alanlarda benzer uygulamalara ihtiyaç vardır. Yönetici ve politikacılar bu konuları görmezden gelirlerse kadercilik ve fırsatçılık ön plana çıkar, taraflar ve paydaşlar kendi çözümlerini kendileri üretmeye çalışırlar. Dengeler daha da bozulur ve yeni sorunlar görülür. Doğa ve insan temelli alanlarda kaybeden daima ilk önce doğa ve daha sonra da aslında doğanın bir parçası olan insan olmuştur. Özellikle nüfus artışı, bu artışın yarattığı talep fazlalığı ve artan kirlilik gibi baskılar, doğal kaynakların hızla azalmasına yol açmıştır. Kaybedilen orman alanlarının nedeni insanların yol açtığı sorunlardır; yangınlar, orman içi alanların yerleşime açılması, maden açma izinlerinin verilmesi, orman zararlılarının girişine izin veren kontrolsüz orman ürünleri ithalatı gibi. Kısaca önce doğa daha sonra bu tip müdahaleler nedeniyle kullanıcılar kaybetmiştir. Bu kayıpları ekonomik, sağlık, sosyal, ekolojik ve psikolojik gibi farklı başlıklar altında sınıflandırmak mümkündür. Bu analizi balıkçılık sektörü için de yapmak mümkündür. Okyanus ve denizlerin tükenmez kaynaklar sunduğu tezi 19. yüzyılda çürütülmüş, 20. yüzyılda iyice hissedilmiş ve müdahale yöntemleri ortaya konmuş ve nihayet 21. yüzyılda sektörün her alanında “vahşi” avcılığın durdurulması için son adımlar atılmaya başlanmıştır. Tüm dünyadaki etkiler gecikmeli de olsa ülkemizde de görülmeye başlanmıştır. Yok olan ve nesilleri tehdit altında olan bir çok deniz canlılarının başına gelen insan kaynaklı müdahalelerdir, çevre ve doğal felaketler değil. Balıkçılık alanında ülkemizde radikal gelişmeler 1970 li yıllardan itibaren sektör yönetiminde idari yapılanma ve Su Ürünleri Kanunun çıkarılması (1971) ile başlamış, Kanunun getirdiği teşvik sistemiyle geleneksel av filosu ahşap teknelerden sac teknelere, küçük takalardan giderek endüstriyel büyük av gemilerine dönüşmüş ve av filosu sayıca artmıştır. 1980 öncesi dönemlerde görsel olarak veya yunusların davranışlarıyla tespit edilen o dönemlerde de popüler olan hamsi gibi göçmen türler, takalar ve pamuk ipliğinden yapılmış küçük ağlarla avlanabildiğinden stoklarda yetersiz avcılık tabir edilen daha fazla avlanılabilecek bir potansiyel bulunduğunu söylemek mümkündür. 1970 öncesi yıllarda pazarlamada da yetersizlikler yaşandığından avlananların satılamayan bir bölümünün gübre olarak bahçelere döküldüğü de bilinmektedir. Kanun, filo büyümesi, sentetik ağların devreye girmesi, balık bulucu ve seyir cihazlarının ithali gibi nedenlerle başarılı olmuş, üretimdeki artışlarla birlikte pazarlama ve soğuk zincir oluşmuş, ucuz kredilendirme sistemiyle başta balık unu ve yağı olmak üzere katma değer yaratan çok sayıda işleme tesisi kurulmuştur. Kaynakların sınırsız olmadığı ve aşırı avcılık yapıldığı 1980’li yılların ortalarından itibaren özellikle Karadeniz kıyılarında kurulan üniversitelerdeki araştırıcılar tarafından işaret edilmesine rağmen gereken önlemler alınamamıştır. Nihayet 1988-1989 av sezonunda önceden fark edilemeyen iklim değişikliği, işgalci taraklı medüzün Karadeniz’de hamsi yumurta ve larvalarını tüketmesi ve aşırı avcılık gibi nedenlerle balıkçılığımızda bir çöküş yaşanmıştır. Küçük pelajiklerde yaşanan bu sorun bu türlerle beslenen diğer balıkları da etkilediğinden bütün türlerde benzer çöküşler yaşanmıştır. Kanunu getirdiği ilk teşvik, sac, ana makine, sentetik ağlar, elektronik balık bulucular ve seyir cihazları ile haberleşme cihazlarının gümrük vergisinden muaf ithalat kolaylıklarıdır. Bu uygulamada bir zaman sınırlaması konmadığından filo aşırı büyümüştür. Yatırımcılar çöküş döneminde büyük sıkıntılar yaşamıştır. Kredi teşvikleriyle sayı ve kapasiteleri kontrolsüzce artan işleme tesislerinin çöküş öncesi toplam işleme kapasiteleri Türkiye toplam balık üretiminin üstüne çıkmıştır. Çöküşle birlikte birçok tesis kapanmış, işletme sahipleri zarar etmiş ve çalışanlar işsiz kalmıştır. Bu süreç ve daha sonraki teşviklerin etkileri dönemsel olarak Şekil 1 de gösterilmektedir.
Çöküş dönemi sonrasında 1995 yılına kadar daha etkin koruma-kontrol faaliyetleri ve taraklı medüzün düşmanı diğer bir medüz türü Borea ovata’nın Karadeniz’e getirilmesiyle birlikte bir düzelme yaşanmış ve akabinde dalgalanmalarla birlikte üretim azalması günümüze kadar devam etmiştir. Teşvikler işletilen stoklar üzerinde olumlu bir etki yaratmamış, aksine yeni tehdit unsurları oluşturmuştur. Üretim azalması stoklardaki küçülmeyle yakından ilgilidir. Hatta yapılan yatırımın getirisini almak, çalıştırdığı ekip ve gemi sabit giderlerini karşılamak ve geçimini sağlamak isteyen küçük ve büyük tüm balıkçılar, avcılığı düzenleyen kuralları olabildiğince stoklar aleyhine değiştirmek üzere yer, zaman ve avlanabilir balık büyüklükleri için giderek daha fazla taviz ister duruma gelmişlerdir. Aslında denge durumunda olan popülasyonlar için geçerli olan en az bir kez üreme şansı verilmesi kuralı ihlal edilmiş, kâğıt üzerinde olan büyüklükler bile o stokun ne ölçüde zarar gördüğü dikkate alınmadan mevzuatta muhafaza edilmeye çalışılmıştır. Örneğin kalkan stokları neredeyse bitmiş durumda olmasına rağmen uygulanan 45 cm asgari boy ve üzerinde gelecek nesli oluşturacak stok denizlerimizde yoktur. Cinsi olgunluğa ulaşması yıllar aldığı için tesadüfen kalanlarla yeterli bir kalkan stoku oluşturmak mümkün görülmemektedir. Tüm türlerde büyüme ve stoka katılımı engelleyen aşırı avcılık söz konusudur. Elbette olumsuz çevre koşulları ve işgalci türlerin de stok kapasiteleri ve avlanan miktarın azalmasında etkisi büyüktür. Değişen koşullara göre bir yönetim tarzı uygulamak yetkili birimlerin görev ve sorumluluğudur. Balıkçılarımızın da değişen koşullara göre hareket etmeleri gerekmektedir. Benzetmek gerekirse iş yerinde yangın, sel, taşkın veya deprem gibi bir doğal afetle karşılaşan bir kesimin kayıplarına rağmen felaket öncesi tutum, davranış ve alışkanlıklarını devam ettirmesi mümkün müdür? Değişen şartlara göre hareket etmesi son derece doğal bir davranış olacaktır. Bu nedenle gerek yöneten ve gerekse yönetilenler bu konuda ortak hareket ederek felaketin etkilerini gidermekle yükümlüdür. Ülkemiz balıkçılık yönetiminde yaşanan sorunlar son 20 yıldır bu gerçeğin kabul edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Küçük, orta ve büyük ölçekli balıkçılıkta sürekli balık stokları aleyhine yeni tavizler istenmesinin nedeni budur. Her felaket büyük ekonomik kayıplara yol açar. Devletin görevi, doğal afetlerde zarar görenlerin zararını karşıladığı gibi stokları etkileyen olağan dışı olumsuz etkiler nedeniyle zarar gören ekosistem zararlarını azaltmak, kayıplar ve alınan önlemler nedeniyle ekonomik zarar gören balıkçıları akılcı yöntemlerle desteklemektir. Büyük ülkenin sıkıntıları da büyüktür. Çözüm için akılcılık ve bilim mutlaka ve her paydaşa gereklidir. AB desteği ve ulusal bütçeden ayrılan ödeneklere rağmen ne kadar avladığımızı bilmekten hala uzağız. Neyi hangi operasyonel girdi ile avlıyoruz belli değildir. Devlet balıkçının ne kadar zarar gördüğünü nasıl tespit ederek ne kadarını tazmin edebilir? Kayıt altına alınamayan bir avcılığın kayıtlı olan miktardan daha fazla olduğu bir sektörde tazminat sistemi nasıl işletilebilir. Bunun yanıtı hiçbir zaman gemi büyüklüğü olmamalıdır. Diğer taraftan yıllarca çinekopun lüferden ayrı bir tür olduğu iddia edildiği, avlanabilir boyu 1 cm küçük olduğu için avlanan barbunyaların da tekir olarak bildirildiği bir sektör için çaba sarf ediyoruz. 25 cm den daha büyük boy ve karşılık gelen yaşta üreyen lüfer balıklarını yasal olarak daha küçük boyda ve yüksek oranda küçükleriyle birlikte avlanmalarına izin verilmiştir. Sektörün kurtuluşu için öncelikle ”Küçük balık yoksa büyük te yok”, “Büyük balık yoksa küçük te yok” gerçeğinin kabul edilmesi gereklidir. Sekil 2 lüferle ilgili uygulamalar ve üretimdeki etkilerini yansıtmaktadır. 2000 ve sonrasının ele alındığı grafikte lüferle ilgili en küçük avlanabilir boy ve avlandığı gırgır ağları ile ilgili derinlik yasağı ile avlanan lüfer miktarları görülmektedir. Lüfer için 2010 yılından önce minimum avlanma boyu 14 cm ve avcılığa izin verilen minimum derinlik 18 m idi. Şekildeki (A) kısmında görüleceği üzere üretimde sürekli bir azalma söz konusuydu. Başlıca nedeni, ticari önemi olduğu için lüfer balıklarının üreme olgunluğuna gelmeden yoğun olarak avlanmasıydı. 2010 yılında avlanabilir boyun 20 cm ye ve 2012 yılında gırgırlar için minimum avlanma derinliğinin 24m’ye çıkarılması üretimde göreceli bir artış sağlamıştır. Diğer taraftan avlananların ne şekilde kontrol edildiği, defneyaprağı, sarıkanat ve çinekop gibi avlanabilir boyu 20 cm den küçük olanların hangi oranda avlandığı da tartışma konusudur. Defneyaprağı büyüklüğünde olanların kasalamasında bile zorluklar yaşandığı bizzat gırgırcılar tarafından ifade edilen bir gerçektir. Bakanlık tarafından Kumkapı balık halinde yapılan denetimlerde önemli miktarlarda küçük lüferlere el koyulması, idari para cezalarının verilmesi, avlananların Sarıyer ve İstinye gibi hal dışındaki yerlerden ve kıyılardan yasadışı olarak karaya çıkarıldığı da bilinen gerçeklerdir. Yapılan araştırmalarda gırgır ağlarında hedef dışı av miktarının % 37-54 oranında olduğu tespit edilmiştir. Bu oran, hamsi gırgırlarında, hamsi ve istavrit dışında kalan dipte yaşayan türlerle birlikte hamsi ve istavrit balıklarının yasal boydan küçük olanlarını da kapsadığı dikkate alınmalıdır. Kıyı sularında beslenme göçü yapan lüfer balıklarının özellikle küçükleri sığ kesimlerde bulunur. Bu yavruları stoka katılmadan avlamak, etobur bir tür olarak hamsi ve istavrit gibi balıklarla beslenen bu türün daha fazla avlanmasının yaralı olduğu iddiasıyla ekosistemden yok ederek porsiyonluk olarak tercih edilen küçükleri avlamak konusunda ticari tercih yapmak ve yasallaştırmak, sektör için zararlı bir düşünce ve eylemdir. Nitekim 2016 yılında avlanabilir boyun tekrar 18 cm ye çekilmesi lüfer stokları için hiçbir yarar getirmemiş, ilk anda ticari olarak geçici bir yarar sağlansa da karar değişikliği stoklar ve balıkçılarımız açısından zararlı olmuştur. Ülkemizde balıkçılık yönetiminde sağlanan OTV’siz akaryakıt desteği, gemi uzatma izinle ri ve filodan gemi çekme uygulamaları gibi teşvikler için de stoklar lehine beklenen yararların sağlanamadığı söylenebilir. Şekil 1, 2002 yılında av filomuzdaki gemi sayısının sabitlendiği, 2004 yılında ucuz yakıt desteğinin başladığını,, 2012 yılında gemi geri çekme kararlarının uygulandığı dönemleri ve üretim miktarları ile ilgisini göstermektedir. Gemi sayısının sabitlenmesine rağmen %20 oranında gemi uzatma izni verilmesi ve her gemi için bu iznin süresiz olarak bir kez kullanılabilme olanağı, filo kapasitesinin büyümesi anlamına gelmektedir. Sonuç itibariyle av gücü stok kapasitesi aleyhine sürekli bir artış gösterme eğilimindedir. Tersanelerimizde birkaç küçük gemi ruhsatlarının birleştirilerek daha büyük gemi yapımı ve boy uzatmaları hala devam etmektedir. Bu da giderek azalan stokları daha fazla yatırımcının ve kapasitenin paylaşmak zorunda olduğu anlamına gelmektedir. Denizden elde edilecek pastadan alınacak pay giderek azalmaktadır. Ulusal av sahalarımız, özellikle üretimin büyük bir kısmının elde edildiği Karadeniz ve Marmara bir iç deniz özelliğindedir. Ege Denizinde karasularımızın dar oluşu, Akdeniz’de tür çeşitliliğinin fazla olmasına rağmen her bir türün verdiği av miktarının azlığı dikkate alınırsa trol ve gırgır filosunun büyümesinin durdurulması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çok büyük yatırımlar gerektiren ve her birisi yatırım tutarı ve çalışan personeliyle birlikte küçük ölçekli işletme özelliğindeki balıkçı gemileri gerçekten zor durumdadır ve bu gemilerin iç denizlerde çalışması ekosisteme zarar vermekte olup yatırımcı için de ekonomik olmaktan çıkmıştır. Bu gemiler için devletin yeni av sahaları bulacak çaba içinde olması, isteklilerinden uygun tekliflerle satın alması kaçınılmazdır. Çalışacaklar için standart ağ tipi, uzunluk ve derinlikleri tanımlanmalıdır. Küçük ölçekli balıkçılığın ekosisteme etkileri gözden uzak tutulmamalıdır. 15000 üzerinde tekne ile temsil edilen küçük ölçekli balıkçılık için de yeni düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle avladıkları miktarları, av araçlarının uygunluğu ve av kompozisyonları Bakanlık taşra birimleri tarafından izlenmeli ve sonuçları yönetim kararlarının devamı veya değiştirilmesi doğrultusunda değerlendirilmelidir. Stokların yanlış kullanımından doğan hataların diğer bir paydaşa yüklenmesi, son zamanlarda olduğu üzere faturanın deniz memelilerine kesilmek istenmesi, yunusların yaşamak için tükettiği balıklardan onları ortadan kaldırmak suretiyle medet umulması son derece trajik bir düşüncedir. Balıkçılık yönetiminde uygun karaların alınması ve uygulanması büyük önem taşımaktadır. Bu aşamada tüm paydaşlar açısından şu soruların yanıtlanması ve tartışmalı konularda ortak akıl bulunması kaçınılmaz bir zorunluluktur: 1) Alınacak kararlar ve yönetim ölçüleri tüm paydaşların katılımıyla tartışılarak mı alınmıştır? 2) Karar vericilere destek olacak danışma kurulları nasıl oluşturulmuş ve belirli kararlara ulaşılması sağlanmıştır? 3) Yeni yönetim kararlarının oluşmasına yönelik bilimsel kanıtlar ve göstergeler var mıdır? 4) Yürürlükte olan kararların değiştirilmesine yönelik yeterli izleme çalışmaları yapılmış mıdır? 5) Stok analizleri ve tespitleri için ihtiyaç duyulan operasyonel avcılık verilerinin elde edilmesine yönelik olarak yetkili otorite başarılı bir veri toplama sistemi kurmuş ve işletmekte midir? 6) Mevcut verilerin kalitesi ve güvenilirliği nedir? Her bir tür için avlanan miktar içinde avlanabilir minimum boyun üzerinde olanların oranı nedir? 7) Kullanılan her bir av aracı için hedef dışı av oranları nedir? Av araçlarının ıslahına ihtiyaç var mıdır? 8) İllegal, rapor edilmemiş ve avcılığı düzenlenmemiş balıkçılıkla ilgili mücadelede başarı durumumuz nedir? 9) Acaba bölgesel balıkçılık yönetimi ile bölgesel izleme, denetim ve kontrol sistemine ne ihtiyacımız var mıdır? 10) Stokları güvenli sınırlar içinde tutarak yönetebilmek için tüm paydaşların bireysel ve kurumsal deneyimlerini nasıl birleştirilebilir? Bu soruların cevaplandırılması için paydaşlar arasında geniş bir karar birlikteliği gereklidir. Halen ülkemizde uygulanan balıkçılık yönetim politikası, stokların güvenli düzeyde tutulması için yeterli değildir. Önemli problemlere genellikle “bilimsel” değil “sosyal” yaklaşımlar çerçevesinde yaklaşılmaktadır. Balıkçılığımızın kurtuluşu için daha radikal ve bilimsel yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Teşvikler daha çok iyi örnekler dikkate alınarak yapılmalıdır. Avladığını doğru ve zamanında raporlayana, tarihsel kayıt tutana, av yasaklarına riayet edene, hedef dışı avı kayıt ederek kıyıya çıkartana veya denize iade edene daha fazla teşvik verilmek suretiyle iyi uygulamalara özendirme sağlanmalıdır. Balıkçılığımız hastadır, iyileştirmek ve geleceği kurtarmak için acı reçetelere ihtiyaç vardır.